8 Ocak 2013 Salı

KAR


“Ey İstanbul biz insanlara nazire yaparmışcasına, olana bitene inat herşeylere inat karla sevişiyorsun”.Yıldızların birbirlerini görmek için sabırsızlanarak beklediği bu vakitleri, ben odamın buğulanmış camından dünyama bakarak geçiriyorum.tam bu cümleyi fısıldayarak seni utandırmak, sonrada senin bu sözümü duyar duymaz utanıp yüzü kızaran bir genç kız edasıyla, azıcık nazla azıcık işveyle de olsa bana gülümsemeni istiyorum.Devamında da gözlerimi camdan alıp,masamda içilmeyi bekleyen kahve fincanımın kulpuyla az önce dışarıyı seyretmek için camın buğusunu sildiğim elimi ısıtmak istiyorum.Bunları isterken farkına varıyorum ki ben hala sandalyede oturmuş birşeyler çiziyorum.Sayfama bakıyorum ne çizmişim diye.Hiçbirşey göremiyorum.Hüzünleniyorum, ağlamaya yakın oluyoru. büzüyorum dudaklarımı gözümden birkaç damla yaş gelir gibi oluyor, sayfanın arkasını çeviriyorum orada da birşey göremiyorum.Odaya aniden birisi girse, durup dururken ne diye  ağlamaya başladı diyecek.Ama umursamıyorum ağlamaya başlıyorum.Aslında anlamsız yere değil çünkü saatlerce elimden kalem düşürmeksizin karaladığım sayfamda en ufak Bir şey, bir nokta bile göremiyorum.Aniden kulak mememde soğuk bir esinti hissediyorum ardından karla karışık bir fısıldama.Benim diyor ben az önce seyrettiğin İstanbul’unun gelinliği.O sıra anlıyorum ben camdan ötesinde ki dünyayı sayfanın aklığına dokunmayarak çizmişim…Ama gözyaşlarım çoktan damlamış bile…